Umre,
Her müslümana farz olan haccın, adeta bir provasıdır. Hac rahmetin sağanak sağanak yağdığı bir yağmur gibi adeta ruhumuzu arındırırken, haccın mahiyetini anlamak, kendimizi ve insan hayatını anlamada, ömrümüzü, nerden gelip nereye gittiğimizi fark etmekte bizlere yol göstericidir.
Kendimizi anlamak son derece önemlidir, kişi Rahmanın rahmetini yine kendi kalbinde onun izni ile bulacaktır. Bu mübarek topraklarda olmuş olanı anlamak da, insanın kendisini anlamasında adeta bir vesiledir. Burada bulunmak kişinin hem kalbine, hem ruhuna feyizli ve bereketli gelen, hem öz yurdu olan ahiret yurduna kişiyi hazırlayan bir ön hazırlıktır. Tertemiz olmak (affedilmek), Allah’a hamdetmek, şükretmek, güzellikleri talep etmek için ellerimizi semaya kaldıracağımız bu mübarek mekanda bulunmak hem çok kıymetli bir nasip, hem de değerlendirebilenler için çok güzel bir lütuf ve ihsandır.
Akıl ermez kalbin erdiklerine, bu sebepledir ki inanmak yalnızca akıl ile değil, kalp ve ruh ile olmaktadır. Beden gibi ruhunda ihtiyacları vardır. Yemek ve su nasıl bedenin zaruri ihtiyacı ve rızkıysa, ibadet, taat de ruhun zaruri ihtiyacı ve rızkıdır. Nasıl yemek yemeden insan bir zaman sonra güçsüz kalacaksa, ruh da ibadet ile kuran ile onu yaratan Rabbimizin rahmeti ile buluşmak arzusu ile yanarken, bizlerin uzaklaşması yine bizlerde derin bir boşluk, bastırılamaz ve doldurulamaz bir duygu hissi ile kendisini duyurmaya çalışacaktır. Mekan da kişilere sirayet eder, insan da insana sirayet eder.
Bu mübarek mekanlarda insan, ruhunu maneviyatla besler, hakkın huzurunda kalbinden “Allah Allah” diyerek acizliğini tanır, kibirden, riyadan ve her türlü fuzuli düşünceden arınmak niyeti ile hâkkın rahmet ve inayetine sığınır. Bu mübarek mekan çok büyük bir Rahmet ocağı, her insanın ruhaniyetine o anlasa da, anlamasa da mânen feyzi ve bereketiyle sirayet eden kutsal mekanlardır. Her müslümana farz olan Hac da, umre gibi kişilerin tüm makam, rutbe mevki ve nefsi duygularından arınmasıyla başlar. İhram kefene benzer bir giysidir ki, giyen her şeyden sıyrılmış olarak Rabbimizin huzuruna varsın. İhramı giyen insan, kabe’ye, Rabbiminiz kıymetli mekanına, onun huzuruna ilk, nefsî olan ve olabilecek her arzusunu kenara bırakarak varır.
Ve der ki:
“Lebbeyk, Allâhümme Lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, İnne’l-hamde ve’nni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek”
“Buyur Allahım buyur, buyur Allahım , davetine sözüm ve özümle tekrar icabet edip, emrine boyun eğdim. Rabbim, davetine icabet, boynumun borcudur. Senin, eşin ve ortağın (sana şirk koşmak) yoktur. Rabbim, bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senin, nimet senin, mülk de senin. Bütün bunlarda (sana şirk koşmak) yoktur eşin ve ortağın yoktur.”
Mânâ olarak bakarsak hem haccın, hem Ramazan umresinin, hem umrenin feyzinden istifade etmemiz daha başka olacaktır. Niyetlerimizi her şeyden arındırırız. Kalp temiz, niyet salih, akıl Rabbimin emirlerine teslim olursa, ruhen alacağımız feyz ve berekette bunlara istinaden başka olacaktır. Mübarek mekanda gönül dilimize de dikkat kılarak yaparız umrelerimizi.
Ramazanı başka güzeldir, umresi başka, hac bambaşka. Hayatın ne denli fuzuli yere akıp gittiğini durup düşünmeye fırsatı olur insanın. Orada zaman, mekanda toplanmıştır. Koşulacak yerde şimdi karşındadır, durulacak yerde. Binlerce insanın içinde toplu iğne kadar varlığında Rahmanın sonsuzluğunda kaybolmakla, akıntıda kendini kaybetmiş bir damla olursun. O bir damlada bir bakmışsın bütün bir okyanus toplanmış. Ramazanda teravih kılınırken tavaf eden, kuranın müthiş tilavetini dinleyerek kaptırır kendisini o Rahmet deryasına. Orası insanın varlığını hissetmesi için bulması gereken yokluğunu tadacağı yer. Kalabalığı mahşeri andıran bu yerde, dillerini bilmeyen insanlar birbiri ile tebessüm dilinde anlaşır. Hayatı insan, nasıl hacda anlıyorsa, nasıl İsmailini kurban ettiyse İbrahim as. Önce gönlünden silmeyi anlatır hac insana, Allahtan gayrı neyi çok seviyorsa, ne onun İsmaili olmuşsa, ondan önce yüreğinde Allah’ın emirlerini önde tutmayı hatırlatır her inanana.
Teslimiyette esas anlatılan ne kesmekti, ne taşlamak. Teslimiyet, hem kesmekti hem taşlamak ama “Allah emretti” diye. Teslimiyet onların yüreklerinde, sözlerinde, fiillerindeydi… Son raddesine kadar yalnızca Allaha teslimlerdi. Hacda şeytan taşlamada da, temsili taşa, taş atarken nefsini koyar oraya önce insan. Bismillahi Allah-u ekber der niyet eder. Neyse nefsinde putlaşanlar, önce onları niyet ederek taşlar. Öyle ya Rabbimizin sözü o dur ki salihlere dokunamaz şeytan, şeytanın bize tesiri, salihlikten caydığımız kadar değil midir öyleyse.
Her birimiz tertemiz doğduk. Büyürken kimimiz öğrendi, kimimiz bildi ama bilmedi. Kimimiz bilmezken öğrendi ve bildi. Öğrenmekle bilmek farklıdır elbet zira herkes öğrendiğini bilmez. Rabbimiz biz kullarından fuzuli yere hiçbir şey istemez. O istediyse vardır muhakkak bir bildigi, bir hikmeti. Vardır esası, vardır asıl mahiyeti. O kullarına zulmetmez, kendi nefsine zulmeden bizleriz.
Hac da, müslüman’a öğretmektedir pek çok şeyi, mübarek Ramazan umresi de, umre de. Mübarek topraklarda öğrenecek çok şey var, bizlere düşen ise oraya gidip öğrendiklerimizden sonra, kendimizde ve hayatımızda bunları bilmektir. Bilmek uygulamaktır. Bilmek tanımaktır. Aklın bilmesi bilgi, kalbin bilmesi inanmaktır. İnanmakta, bilmekte taşınmak, uygulanmak ister. Her bilgiyi değil, doğru bilgiyi öğrenip uygulamakta biz müslümanların, kuran ve sünnet ile yola çıkarak öğrenmesi gereken ve Rabbimizden rahmetini, bizlere bu yolda razı olacağı şekilde yürümeyi ihsan etmesini dileyerek, kul olmanın acziyetinin farkında olarak, öğrenmesi ve uyması icap etmek ile beraber bunları idrak etmek, adeta boynumuzun borcudur.
Rabbimizden hayırla dileyerek yavaş yavaş ama niyetimizi kalbimizde tutarak devam ederek öğrenmek, esaslı öğrenmek gerekmekte. Velhasıl, mübarek topraklar, her kişiye kendisini bilmek için ömründe bir kez olsun uğraması gereken mekanlardır. Bir kez tadan bir daha gelmek ister derler ama bir kez tadan değil, bir kez tadını alan bu mübarek topraklara tekrar gelmeyi isteyecektir. Havası bazen hasrete, bazen vuslata benzer. Toprağı Peygamberler yurdunun toprağıdır. Oraya ait hiçbir şey oradan kopmak istemez. Medinenin havasında şefkati, Mekkenin havasında hakkın intizamındaki adaleti solursunuz adeta.
Özetlemek gerekirse çok da etrafa takılmadan, bir kendiniz bir de Allah ile olmak niyeti ile gidilmesi gereken, insanın kendisini bulduğu yerlerdir Mekke ve Medine. Sıcağı yüreğinizi ısıtır, soğuğu özellikle Medinenin soğuğu içinize işlenir. Özlenir oranın soğuğu çünkü başka soğuklara benzemez. Sıcağı başka sıcaklara benzemez. Oraya ait, oraya has olan her şey bir başka güzel gelir. Bin kere de görseniz aynı coşkuyu kalbinize aksettirecek ihtişamdadır, aynı zamanda vakurlu bir duruşu olan mekanlardır Mekke ve Medine. Allah azze ve cellenin Rahmet mekanı. Her şeyden sıyrılıp sadece Allahla olmak mekanı. İnsan yer yüzünde çok yerler görmek arzusu duyabilir, fakat ruhen en büyük huzur bu mübarek mekanlardadır. Rabbim bu mübarek mekanı ziyaret edenlerin ziyaretini makbul eylesin, ziyaret edecek olanlara ise kalpten ömürleri boyunca bilmek nasip eylesin. “Hac, hacdan sonra başlar.” Cümlesine vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Rabbim bizi gönlümüzün dilini bilen, ruhumuza can katan, maddeden ziyade hâkkın rahmetine vakıf olan kullarından eylesin…
Rabbim ziyaretlerinizi kabul ve makbul eylesin.
Niyet kalbe istikamet çizer, istikametiniz de yolunuz da hayr olsun…
Selametle…
Feyziye Yıldırım